Her gurbetçi biraz sosyologtur

Küçük insan kimdir? Ben miyim? Yaşamak için mekân değiştirmek zorunda kalmak küçük insan olmam için yetiyor mu? Ortaçağ’da yaşasam ve bu kadar yer değiştirsem bana maceraperest derlerdi.
Memleketine geri dönenin zihnine birkaç gün sonra sorular üşüşür. Ellerini duvarlara sürterek, dudaklarında ıslıklarla yürüdüğü çocukluk dalgınlığından uyanır. Bahçelere gidilmiş, piknikler yapılmış, cılız akarsuların etrafında bütün ahaliyle beraber semaverler yakılmıştır. Taşradaki ilk günlerde obur bir masalın içindesinizdir memlekete döndüyseniz. O masaldan yarı aydın sorulara uyanılır. Memleketinden ayrılan herkes nedense döndüğünde biraz sosyologlaşır.
Küçük insan kimdir? Ben miyim? Yaşamak için mekân değiştirmek zorunda kalmak küçük insan olmam için yetiyor mu? Ortaçağ’da yaşasam ve bu kadar yer değiştirsem bana maceraperest derlerdi. Hikâyeleriyle gezen büyük bir sergüzeşt insanı olurdum. Şimdi bunca hareketlilik bize bir hikâye vermiyor. İçimde kovulmuşların ezginliğiyle dolaşıyorum.
Öyleyse kalmak küçük insan olmaktan kurtarıyor mu bütün bu insanları? Onlar da yaşamak için kalmak zorunda değiller mi? Kalmak onlar için zorunluluk olmasa neden çocuklarının gitmesini içten içe istesinler? Gidip başaranlara bilmem kimin oğlu büyük adam olmuş desinler?
Devletle ilişkisi ne küçük insanın? Devlet kapısından girmek için şehirler değiştiren kayıp çocukların yazıldığı bir hanede miyiz? Bunları düşünmek bizi o hanenin dışına çıkarır mı?
Küçük insanın toplumsal hiyerarşide bir yeri var mı? Varlığı sınıfsal bir vaka mı yoksa sınıfları aşan bir davranış biçimi, hayat algısı mı? Zenginler arasından, devletliler arasından da çıkar mı? Doğduğumuz yerlerin sokaklarında dolaşırken herkesin toplandığı ortak payda, o bin yıllık yaşam pratiği bu soruları anlamsız kılıyor. Küçük insanı doğuracak bir büyüklük kategorisi görünürde yok ilçelerde, kasabalarda. Herhangi iktisadi ya da kültürel ayrım belirginlik kazanmıyor. Bu insanlar zenginlikle ya da devletle karşılaştıklarında küçük insanlaşıyor.
Küçük insanın köylü-şehirli, sermayedar-işçi gibi bir toplumsal zıttı da yok. Onun zıttı ancak trajik insan. Bir gün mahalleli ansızın ağlama-inleme sesleri ve bağrış çağrış duyduğunda, bir felaket yaşandığı aşikâr olduğunda, yirmili yaşlarındaki bir adam tandırda karnına sıkarak canına kıydığında ortaya çıkan şey trajik insan. Nedeni toplumun asla onaylamayacağını düşündüğü bir aşkın içinde olmasıdır. Bazı şeyler ona aşılamaz gelmiş, uzlaşmaz çatışmaların arasında iradesini yitirmiştir.
O adam trajiktir. Trajik insan, değer çatışmaları üzerinden insan olmanın acı bilincine varan, belli çizgilerle toplumdan ayrışan, benlik sahibi insan... Küçük insanı bunun zıttı olarak görürsek eğer, o, her toplumsal sınıfta bulunabilecek, hatta çoğunluğu teşkil edecek psikolojik bir kategoridir.