Avrupa’nın Trump cephesi

Avrupa’nın başlıca korkusu tam da bu: Ukrayna ötesine geçebilecek bir Rus yayılmacılığı karşısında ABD’nin kendilerini yalnız bırakması. İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren NATO ittifakı vasıtasıyla Avrupa güvenliğinin garantörü olan ABD bu rolünü ifadan vazgeçecek olursa kıtadaki tüm dengeler ve parametreler dramatik biçimde değişecektir.
Trump Beyaz Saray’daki yeni dönemine çok hızlı başladı. Oval Ofis’te ağırladığı ilk devlet başkanı payesini netanyahuya münasip gördüğü buluşmadaki Gazze’yi devralmakla ilgili sözlerinin yankısı hâlâ sürmekte iken Ukrayna hakkında da bir o kadar tartışmalı ve sansasyonel beyanlarda bulundu. Görünen o ki yakın vadede Gazze gibi Ukrayna da durulmayacak ve ikisinin de Trump’ın elinden çekeceği var.
Trump’ın Putin’le yaptığı telefon konuşmasının ardından Arabistan’ın başkenti Riyad’da iki ülkenin heyetleri 18 Şubat’ta Ukrayna meselesini görüşmek üzere bir araya geldi. Trump, Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky'yi müzakerelerde devre dışı bırakmakla zaten radikal bir tercihte bulunmuş oluyordu. Masada yer vermemekle kalmayıp alenen Ukrayna’yı haksız taraf olarak gören açıklamaları ise Rus tarafının hayal dahi edemeyeceği türden elini güçlendiren bir cömertlikti.
Trump, Şubat ayı boyunca yaptığı açıklamalarda Zelensky'yi âdeta yerden yere vurdu. Onu “asla olmaması gereken bir savaşın devam etmesine izin veren bir lider” olarak tanımladı. Zelensky'yi savaşın neredeyse sorumlusu gibi ilan etmesi Putin için olabilecek en bonkörce aklama niteliği taşıyordu. Hâlbuki Ukrayna öncesinde Putin’in bir dizi işgal hamlesi zaten yürürlükteydi ve savaşı, Ukrayna’nın aradığı bir şey olarak göstermek de yeterince hakkaniyetli değildi.
‘Seçimsiz diktatör’
Trump’ın beyanlarında en dikkat çekici hususlardan biri Zelensky’yi “seçimsiz diktatör” olarak vasfetmesiydi. 2019’da seçilmiş Zelensky’nin, evet, Mayıs 2024’te beş yıllık görev süresinin sona ermesi gerekiyordu fakat Rus işgalinden bu yana bombaların altında bir seçim nasıl mümkün olabilecekti ki? Milyonlarca vatandaşın ülke dışına göç ettiği veya topraklarının beşte birinin Rus ordusunun kontrolüne geçtiği de hesaba katılırsa yapılacak seçim ne derece Ukrayna halkının tercihini yansıtabilecekti ki?
Öte yandan Putin seçilmiş, demokratik başkan vasfına mı sahipti? 1999 yılından bu yana onu iktidarda tutan seçimler hakiki mânâda ne kadar demokratikti ve onu diktatör sıfatından korumaya ne kadar yetebilirdi? Beyaz Saray’ın Ukrayna gibi bir müttefik hakkında Kremlin’in propaganda dilini olduğu gibi tekrar etmesi en hafif tabirle şaşırtıcıydı.
Trump, ne dese hıncını alamıyor ve Zelensky'nin kamuoyu desteğinin yüzde 4'e düştüğünü iddia ediyordu. İddiasının kaynağı belirsizdi ve herhangi bir delil de sunacak değildi. Ukrayna merkezli Kiev Uluslararası Sosyoloji Enstitüsü’nce yapılan ankete göre Ukraynalıların Zelenskiy’e Mayıs 2022'de %90 olan güveni 2023 sonunda %77’ye, Şubat 2025’de ise %57’ye gerilemişse de Trump’ın iddia ettiği seviyede değil.
Transatlantik anlaşmazlık
En büyük müttefikini bir anda kaybedip dengelerin süratle aleyhine şekillendiğini görmekte olan Zelensky bunca itham ve hakarete sessiz kalamazdı. Başkent Kiev’de kum torbalarıyla kapatılmış cumhurbaşkanlığı sarayında küçük bir gazeteci grubunun karşısına çıkarak iddiaları “Rus dezenformasyonu” olarak niteledi. “Ne yazık ki, Başkan Trump -ona çok saygı duyduğumuz bir halkın lideri olarak büyük saygı duyuyoruz- bu dezenformasyon alanında yaşıyor” diyebildi. Bu, Trump hakkında kullanabildiği en ağır ifadeydi.
Bu kadar zayıf bir pozisyonda iken görebildiği en müşahhas sahiplenme, o günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ankara daveti oldu. Avrupa’ya gelince, onlar da en az Ukrayna kadar kendilerini masadan kovulan taraf olarak görüyorlar. Ukrayna’nın kaderini ilgilendiren müzakerelerde hem Kiev’in hem tüm Batı başkentlerinin bu şekilde dışlanması, Atlantik Paktı’ndaki derin bölünmenin en son ve alarm veren hâli olarak önlerinde duruyor. Aşikâr ki Trump’la birlikte ABD, Atlantik ötesi cepheyi parçalayacak hamleleriyle Avrupa’nın güvenliğine yönelik taahhütlerinden vazgeçtiğini izhar etmiş oluyor.
Avrupa’nın başlıca korkusu tam da bu: Ukrayna ötesine geçebilecek bir Rus yayılmacılığı karşısında ABD’nin kendilerini yalnız bırakması. İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren NATO ittifakı vasıtasıyla Avrupa güvenliğinin garantörü olan ABD bu rolünü ifadan vazgeçecek olursa kıtadaki tüm dengeler ve parametreler dramatik biçimde değişecektir. Mamafih Trump’la birlikte Amerikan birliklerinin bir kısmının Avrupa’dan çekilmeye başlayacak olması başlı başına bir endişe kaynağı olmaya yetmektedir.
ABD ‘siz devam
Nitekim İngiliz hükümet danışmanlarından biri “Aman Tanrım!” diyerek yeni durumu anlamaya çalışırken, Fransa hükümet sözcüsü Sophie Primas, “Amerikan mantığını pek iyi anlamıyoruz” demeyi tercih ediyordu. Almanya Başbakanı Olaf Scholz daha açık sözlüydü: “Bu, barışın dikte edilebileceği ve Ukrayna'nın kendisine sunulanı kabul etmek zorunda olduğu anlamına gelmiyor.”
Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius, verilen tavizlerin Rusya’ya karşı müzakere pozisyonlarını zayıflattığını söylerken daha açık sözlüydü: “Amerikalılar hata yaptı; jeopolitik meseleler söz konusu olduğunda Avrupalıları daha az ciddiye alıyor gibi görünüyorlar.”
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, X hesabından yaptığı paylaşımda, “Rusya bizi bölmeye çalışacak, onların tuzaklarına düşmeyelim” dedi. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de doğrudan Trump’ın sözlerine cevap vermeyip tutumunu şu sözlerle ifade etti: “Kremlin’e baskıyı sürdüreceğiz. Avrupa'da savunmada bir artışa ihtiyacımız var.”
Şu da var ki Ukrayna Savaşı’nda Amerikalıların sesi fazla çıksa da Şubat 2022’den beri sahaya ulaşan yardımlar itibarıyla Avrupa ülkelerinin Kiev’e daha fazla katkı sağladığı görülüyor. Avrupa 140 milyar $ yardım sağlarken ABD’den gelen yardım 120 milyar $ civarında. Dolayısıyla Avrupa ülkeleri yola bundan sonra gerekirse ABD’siz devam edecekleri bir formül üstüne çalışma lüzumunu doğrusu Trump’ın seçimleri kazanacağı belli olduğu zamandan beri duymaktaydı.
Misilleme
Filhakika İngiltere eski Başbakanı Boris Johnson, Trump'ı çok ciddiye almamayı önererek Avrupalı liderleri harekete geçmeye çağırdı: “Trump'ın açıklamaları tarîhî olarak doğru olmayı değil, Avrupalıları harekete geçmeye zorlamayı amaçlıyor.” Harekete geçtiler de. Riyad’daki toplantıdan bir hafta sonra Çarşamba günü Paris’te acil bir zirve düzenlemeye karar verdiler. Trump'ın Ukrayna'daki savaşı sona erdirme yönündeki kararına rağmen kendi savaşlarına devam edeceğe benziyorlar.
Buna mecburlar da. Çünkü Trump’la aralarındaki transatlantik anlaşmazlık Ukrayna’dan ibaret değil. Trump, Avrupa'ya gümrük vergileri uygulama tehdidinde bulunmuş, AB ile ekonomik ilişkileri "vahşet" olarak nitelemişti. Avrupa’nın yüksek tarifeli bu ticaret savaşında Trump’a acil bir misilleme için toparlanması zaten gerekiyor.
Velhasıl Ukrayna meselesi hiçbir zaman mahallî bir mesele değildi, bundan sonra iyice küreselleşeceğe benziyor.